Duyuru

Hacı Hafız Sabri Koçi'nin Hayatı

Yazılar

  /   3830   /   28 Ağustos 2014, Perşembe

 Yazdır

  

 

 

HAFIZ HACI SABRİ KOÇİ (1921–2004)

           

Hacı Hafız Sabri Koçi 14 Mayıs 1921’de Librazhd’ın Orenje köyünde dünyaya geldi. Sabri Koçi doğduğu zaman babası İdris aile ihtiyaçlarını karşılaşmak için Selanik’te bulunuyordu.[1]

 

Doğumun üzerinden  bir yıl geçmeden İdris’in öldüğü haberi geldi. Böylece Sabri henüz bir yaşındayken yetim kaldı. Sabri’nin  böyle başlayan hayatı ıstıraplarla devam edecekti. Annesi Zenja çocuğunu yetiştirmek ve babasının boşluğunu doldurmak için üzüntüsünü geri plana atmak ve azami derecede çalışmak zorunda kalmıştı.

 

            Babasının ölümü onu çocukluktan itibaren  zor durumda bırakmasına rağmen o dini ilimleri öğrenmeyi durdurmadı. Sabri Koçi’nin zekâsını gören köyün muhtarı Âdem Kastrati çocuğun anne ve akrabalarını şehirde bir okula götürmeleri hususunda ikna etti.[2]

 

1932 yılında fedakârlıklarla dolu bir hayat başladı. Sabri hem okumak hem de çalışmak zorundaydı. Çok geçmeden öğretmenleri onun zekâsını fark ettiler. Sabri Koçi samimi  tavırlarıyla öğretmenlerinin,  özellikle akaid dersi okutan hocası Hafız Muhammed’in kalbini kazandı. Hocası Muhammed Rus camisinde yaptığı müezzinlik işinde kimi zaman kendi yerine Sabri Koçi’yi görevlendiriyordu. İlk dini dersleri tamamladıktan sonra hocası onu ünlü muallim, Hafız Muhammed Bektesh’in yanına götürerek ondan Sabri’yi kabul etmesini istedi. Bu dönemde Sabri Koçi kendini tamamıyla derslerine adamıştı. Sabri Koçi bu dönemi; “Hatırlayabildiğim kadarıyla 30’lu yılların sonunda İşkodra şehri dini ilimler bakımından yüksek bir seviyeye gelmişti. Arapların deyimiyle “mehdul” yani İslam kültürünün ve bilgisinin beşiği olmuştu.[3]” sözleriyle dile getirir.

 

 İşkodra dini bakımından güzel faaliyetlerin yürütüldüğü ve yeni kadroların hazırlandığı bir beşik olmuştur. Bunun için Hacı Sabri şöyle yazar: İşkodra’da, Arap topraklarında yetişenlerle mukayese edebilecek kadar yüksek seviyede kadrolar yetiştirilmiştir.[4]

           

İlimlerin çoğunu, özellikle İslam hukuku miras meselelerini,  hocası Hacı Muhammed Bektesh’inden almakla birlikte, bazı alanlarda  diğer âlimler tarafından yetiştirildi.   Bushati’den  Kur’an-ı Kerim’in kıraat çeşitlerini ve  Şeyh Kasım Hoca’dan tefsir derslerini tedris ettiğini misal olarak anabiliriz.[5]

           

Sabri Kur’an, hadis, akaide, tesir ve fıkıh ilimleriyle birlikle diğer ilimleri de, özellikle felsefe,  öğrendi 15 yıl süren bu eğitimin  sonunda icazetnamesi aldı. Ancak o, bununla yetinmeyerek ünlü âlimlerden ders almaya devam etti. Aynı zamanda İşkodra’nın eski bir mahallesinin camisinde imam olarak görevlendirilmişti. Sabri Hoca Efendi’nin 1944'e kadar Osmanlı usulüne göre eğitim veren İşkodra Medresesi'nden aldığı icazet belgesi, Osmanlı döneminde diploma kelimesinin karşılığı olarak kullanılırdı. Öğrencinin ders aldığı hocaların silsile halinde kaydedildiği belgelerde icazet sahibinin hangi konularda yetkin olduğu belirtilirdi. Sabri ibni İdris Koçi'nin İşkodra Baş müftüsü tarafından Osmanlı'dan kalma mühürlerle tasdik edilen icazetnamesinde, hocası olarak Hacı Muhammed Tevfik Bektaşi'nin adı görülmektedir.

                                                                                       

O ana kadar hafız Sabri Koçi bir şeyler öğrenmek ile sorumluyken, o andan itibaren insanlara bir şeyler öğretmekle de yükümlü hale gelmişti. İmamlık yaptığı birçok camide insanları etkilemesi Arnavutluk Emek Partisi’nin hoşuna gitmiyordu. Sabri Koçi bezdirilmek için değişik camilere atanıyor, bir yerde durmasına müsaade edilmiyordu. Ancak Sabri Koçi gittiği her camide dini sorumluluğunu samimiyetle  yerine getirmek için elinden geleni yapıyor ve çok kısa bir süre içerisinde cemaat ile yakın temasa kurarak bir yandan Müslümanların sorunlarına çözüm getirmeye çalışırken,  diğer yandan  ahlakıyla, ikna edici konuşmalarıyla onların maneviyatını yükseltmeye çalışıyordu.

           

Hafız Sabri Koçi, başarısından endişelenen Arnavutluk Emek Partisi temsilcilerinin baskılarını, “Arnavutluk Emek Partisi İşkodra şubesi genel sekreteri hiç utanmadan gelip caminin içerisine giriyor, sen insanlara afyon veriyorsun,  diyerek gençleri dışarı çıkartmaya çalışıyordu. Bölgenin başkanı ise beni, ‘sen gençleri zehirliyorsun’ diyerek suçluyor ve çeşitli baskılar yapıyordu.[6]” sözleriyle ifade eder.  

 

Plake Camii’ndeki görevi sırasında cemaatin dikkate değer şekilde artması ile görev yeri önce Kruja ve sonra da Kavaja olarak değiştirildi. Hafız Sabri Koçi bu görevinde çevre köylere 15 yeni cami kazandıracak kadar başarı göstermişti. Ancak bir yandan Arnavutluk’taki devlet yapısı da güçleniyor ve dine müdahaleler şiddetini arttırıyordu.            

 

Komünist rejimin hâkim kılındığı ülkeler içinde en katı din düşmanlığının uygulandığı ülke şüphesiz Arnavutluk'tur. Komünist rejim bu ülkede din düşmanlığını devletin resmi ideolojisi ve anayasal bir prensip haline getirmişti. Komünizmin çöküşüne kadar uygulamada olan anayasanın 37. maddesi ülke yönetimini ateist propagandayı yaygınlaştırmak ve tarihi materyalizmi bütün ülke halkına kabul ettirebilmek için gereken çalışmaları yürütmekle yükümlü tutuyordu. Yine aynı anayasanın 55. maddesinde dini kurumların ve sosyalist rejimle bağdaşmayan kuruluşların kurulmasının yasak olduğu ifade ediliyordu. Bu ülkede altmışlı yılların sonuna kadar 2169 cami ve kilisenin kapısına kilit vuruldu. Müslümanların dini işlerini yürütmekten sorumlu yüksek müftülük ilga edildi. Dini görevlerin yerine getirilmesi yasaklandı. 1967'de Arnavutluk'ta artık din diye bir şeyin kalmadığına dair resmi bir açıklama yapıldı.  Artık din diye bir şey yoktu. Din ile uğraşanlar suç işlemiş oluyordu. Bunun için din ile uğraşan herkes kelepçelendi, hapsedildi. Hafız Sabri Koçi anılarında; “O gün Cuma günüydü.  Cuma namazı kılındıktan sonra herkes daha önce benzeri olmayan şekilde benimle selamlaşmaya geliyor ve geri dönmüyordu. Bu benim dikkatimi çekti. Çok üzüldüm. Gerçek  şu ki,  o gün benim ve dindarlar için ‘Son Cuma’ imiş.[7]

 

HAFIZ SABRİ KOÇİ HAPİSTE

 

Koçi tutuklandığında takvimler 4 Haziran 1966’yı gösteriyordu. Serbest bırakıldığında ise, zaman akmış, bir ömür geçmiş ve 22 Ekim 1986’ya gelinmişti.  

 

Sabri Koçi’nin hapse atılması rasgele bir olay değildi. Sisteme karşı olan her tutum, ister rahip veya rahibe isterse imam veya dervişten gelsin hiç fark etmeksizin şiddetle cezalandırılıyordu. Onlara göre  komünist sistemi herkes kabul etmeliydi ve öyle olduğunu da iddia ediyorlardı.  Enver Hoxha, “Biz onları (dindarları) kendimize yakın tuttuk. …bağımsızlık ve özgürlük savaşında… Bütün kitlelere, dindar kesime de, çağrı yaptık… Çoğu saflara katıldı… Anavatanın kurtuluşuna değerli katkıda bulundular. Kurtuluş savaşından sonra parti politikasını benimsediler ve anavatanın yeniden inşası için çalışmalarına devam ettiler…Dinlerini terk edip komünist ideolojiyi benimsediler” [8]

 

1967 yılında devlet güç kullanarak dini resmen yasakladı ve , inanan kişilerin  suç işlemiş sayılacağını  ilan etti. İnananların inandıkları şeyi açıklamalarının ağır suç sayıldığı bir dönem başlamıştı.

 

Sabri Koçi hapiste geçirdiği süre içinde çeşit işkencelere maruz kaldı. Bunu ancak Arnavutluk komünist diktatörlüğünün hapishanelerine girenler bilebilir.[9] İnsan, Allah’ın yarattığı en güçlü yaratıklarındandır. “Allah’ın musibeti taşa geldi mi dayanamayıp parçalandı, insana geldi mi sabır ederek dayanabildi. Gerçek şu ki insan taştan daha güçlüdür. Bu hakiki imandan gelir. Her çeşit işkenceye rağmen Sabri Koçi, Allah’ın yazdığı kader budur, diyerek Allah’a tevekkül etti”.[10]

 

SABRİ KOÇİ’NİN HAPİSTEN ÇIKIŞI

 

 Sabri Koçi kelepçelenerek atıldığı hapisten çıktığında yaşlı, fiziksel olarak yorgun ve tükenmiş haldeydi. Fakat ruhuyla, tertemiz kalbiyle onu inancından, düşüncelerinden döndüremediler. Aksine işkence ve perişanlık onun için birer imtihan, Allah’a daha fazla yaklaşmak için birer vesilesi olmuştu.

 

            Onun hapisteki dönemini Osman Kazazi, “O, milli ve dini açıdan çok samimi ve yorulmaz bir tebliğci idi. Hapishanenin zor şartlarına rağmen ibadetlerini yerine getiriyordu. Çok düzenli birisiydi. Yalnız tutuluyordu ama bizimle gizli olarak bağlantı kurup ahlakımızı yükseltmeye teşvik ediyordu. Sabri Koçi bir mümin olarak daima bizim için ve  Arnavutluk’un komünist sistemden kurtulması için Allah’a dua etti. İlahi sorumluluğu ve insani adaletiyle, tüm cezalandırılmış ve zülüm edilmiş anti-komünistlere manevi destek oldu.”[11]. sözleriyle ifade ediyordu.

 

            Hapisteki bir insanın ruh haline vakıf bir başka Müslüman, Aliya İzzetbegoviç, ‘Zindandan Notlar’ında, “İnsan hapiste çok ciddi bir sınamadan geçmek durumundadır. Yıllar süren bir yalnızlık ve mahrumiyet döneminden sonra ancak kuvvetli ruh sahibi biri herhangi bir zaaf ve duygusuzluk alameti olmaksızın oradan ayrılabilir. Bu, tüm güçlüklere rağmen onun deruni hayatının sıkıcı olmadığının ve inziva halinde dahi düşünceleri ve hayal oyunlarıyla kendisini eğlendirdiğinin alametidir. Bedeni parmaklıkların arkasındayken ruhu sevdikleriyle birlikte olabilmiş –uzak bir ülkede olsa bile- bir tiyatro gösterisini zihninde ‘seyredebilmiştir’.” ifadeleriyle güçlü bir ruhun tablosunu çiziyordu. Bu tablonun Koçi’ye uyduğunu tüm Müslüman Arnavutlar teslim etmiş haldeydi.

 

Koçi hapisten çıktığı zaman 65 yaşındaydı ve onu dışarıdaki  hayatı dertlerle dolu olan zavallı karısı bekliyordu. Küçücük bıraktığı çocukları artık büyümüşlerdi.  O, Arnavut halkının 50 yıldır  çektiği ıstırapları hiç kimsenin anlatamayacağını ama  Allah’ın rahmeti ve gücüyle 50 yıldan sonra hakikatin  ortaya çıktığını; yağdırılan kurşunlarla veya komünistlerin karanlık hapishanelerinde ve nazi kampları gibi işkence evlerinde öldürülen binlerce insanın kan ve fedakarlığının mükafatlandırılacağını söylüyordu.

 

1990'da başlayan reformlarla birlikte Arnavutluk halkı tedrici bir şekilde din hürriyetine de kavuşmaya başladı. Eski diktatörlük döneminde kapatılmış olan camilerden ayakta kalabilenlerin yeniden ibadete açılması için çalışmalar başlatıldı. Ama komünist rejimin hâkim olmasından önce Arnavutluk'taki cami sayısı 1700'ü bulurken dine yeniden hürriyetin tanındığı tarihe kadar ayakta kalabilen cami sayısı sadece elliydi. Bu camilerden de “Ethembeu”[12] Camisi dışındakiler fonksiyonlarını yerine getirmez durumda idiler. Bazıları dükkân, bazıları mağazaya çevrilmişlerdi.  Bununla birlikte komünist rejimin din adına her şeyi yasak ettiği bu ülkede halk İslâmiyet hakkında çok cahildi. Üstelik komünist rejimin fakirleştirmiş olduğu Arnavutluk toplumu öncelikle  karnını doyurmanın yollarını araştırmaya başlamıştı.

 

            Tüm bunların yanında halkı dini yönden bilgilendirecek yeterli sayıda ve düzeyde insan da yoktu. Bütün bunlar İslâmi şuurun ve  davetin önündeki engellerdi. Buna rağmen halkın dini çalışmalara yönelik büyük ilgi gösterdikleri görüldü. Sabri Koçi’nin 16 Kasım 1990’da, “dita me e bukur e jetes time” [13] (Bugün benim en mutlu günüm) dediği kaydedilmiştir. O gün de rasgele gelmiş bir gün değildi. O gün,  bu güne kadar susmuş, söylemekten korkmuş halkın coşmuş dileklerinden doğan bir gündü. O günkü törende  Sabri Koçi’ye, “Bu töreni düzenlerken herhangi bir netice alabileceğinizi düşünmüyor muydunuz?” diye sorulduğunda, Koçi, “Dine hizmet etmek için çabaladığım günleri ve hapiste çektiğim ıstırapları hatırlamaktan başka kaybedeceğim bir şey yok. Şimdi ben muhteşem İşkodralı gençlerin arasındayım, onlar beni destekliyorlar, gençlerin arasında bulunmak ne mutlu benim için” şeklinde cevap veriyordu.[14] Gençler planlı ya da rasgele bir olayın çıkmasına meydan vermemek için Sabri Koçi’yi gündüz değil geceleyin alıp caminin yanında Müftü ailenin evine götürmüşlerdi.  Böylece Koçi dinin yeniden canlanmasına yol açacak faaliyetlere yeniden başlamış oluyordu. Bu faaliyetlerin ardından ibadete açılan ilk cami olan İşkodra caminin açılış törenine yaklaşık  55 bin kişi katılmıştı. Bu olay din açısından ve Arnavutluk’taki Müslümanlar bakımından tarihe kaydedilmesi ve unutulmaması gereken bir olaydır. Bunun için Hafız Sabri Koçi’nin bu olay ile ilgili birçok röportaj yaptığı kaydedilmiştir. Bunlardan birisinde Koçi, “16 kasım  günü hayatımda unutulmayacak bir gün olarak kalacak. Ellibeş bin kişinin huzurunda bulunduğum o esnada, hatıram hala tazedir, o günde çok heyecanlandım.”[15] “O günkü mutluluğumu anlatamam. Bu tören Allah’a imanımı daha da arttırdı. Gerçi Allah Kur’an’ı Kerim’de şöyle buyuruyor: Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Ama kâfirler hoşlanmasa da Allah, nurunu  mutlaka tamamlayacaktır.”[16]  Tüm bunların yanında 16 kasım töreni Sabri Koçi’nin, “İnsan için ruhi özgürlüğün ve Allah’a imanın yasaklanmasından daha büyük bir zulüm olamaz” sözleriyle siyasi bir karakter de kazanmıştır[17].

 

Komünist yönetimin yıkılmasının üzerinden fazla zaman geçmeden İslâmi hizmetleri yürütebilmek için Arnavutluk Müslüman Toplumu –Komuniteti Muslimani Shqiperise-(yeniden) kuruldu. Sabri Koçi KMSH’nin başkanlığına getirildi. Bu kurum halkın yeniden İslâmi yönden bilgilendirilmesi ve İslâm’ın toplumun hayatına yön verici konuma gelebilmesi için yoğun faaliyetlere girdi. Bu amaçla komünist iktidar döneminde kapatılmış veya tiyatroya, depoya ve sair şeylere dönüştürülmüş camiler yeniden onarılıp ibadete açıldı. Kur'an kursları, dini eğitim okulları (medreseler) açılmaya başlandı. Ayrıca Uluslararası İslâmi Yardım Organizasyonu (UİYO) gibi bazı İslâmi yardım kuruluşları da kuruldu.

 

 

ARNAVUTLUK DİYANET BAŞKANI OLARAK HAFIZ SABRİ KOÇİ

 

Arnavutluk İslam Birliği geçici 20 üyeden oluşuyordu. Kurum üç temelde yükseliyordu.

 

                         1-İslam Birliği’nin meşruiyetini sağlayabilmek için yazılan dilekçe.

                         2-Kurumun statüsünü belirleyen ve onu  “Arnavutluk İslam Birliği” olarak 

                             niteleyen tüzük

                         3-Kurumun faaliyet programı.

 

Bununla birlikte, yasal bir müracaat olmadan evvel Arnavutluk İslam Birliği bütün engellemelere rağmen programını zaten başlatmıştı. Arnavutluk İslam birliği 23.01.1991 tarihi itibariyle İşkodra merkezinde kuruldu. Bu kurum 1967 yılında, tüm dini faaliyetlerin yasaklanmasıyla birlikte, resmen kapatılmış, ve kurumun faaliyetlerine son verilmişti. Hacı Hafız Sabri Koçi’nin başkan olarak görev aldığı Arnavutluk İslam birliği’nin diğer dört önemli üyesi; Sali Ferhati, Ramazan Rusheku, Sali Tivari ve  İsmail H. Muça idi.  Arnavutluk İslam birliği kurulur kurulmaz Arnavut diasporası ile iletişime başladı. İlk olarak Kosova İslam birliği Priştine merkezine, Makedonya İslam birliği Üsküp merkezine ve Karadağ İslam birliği Podgorica merkezine birer mektup göndererek Arnavutluk İslam birliğinin meşruiyetini bildirdi.

 

 Sabri Koçi Arnavutluk Müslümanlarının  bir temsilcisi ve bir din adamı olarak gittiği her yerde hüsnü kabul görmüş ve insanların Arnavutluk’a en azından yeni camiler yapmalarını sağlamıştır. Fakir ve dini açıdan tükenmiş bir Arnavutluk’ta bu büyük bir hizmet olarak kabul edilmelidir.  

 

Sabri Koçi  gittiği her ilde öncelikle yerel bir şuura oluşturur, orada bir cami inşa eder ve  duyulmasına ihtiyaç olan sözü söylerdi.[18]. Komünist dönemden evvel Arnavutluk’ta bulunan 1600’ü aşkın camiden sadece 50’sinin ayakta kaldığı ve fakat bunlardan sadece başkent Tiran’daki Ethem Bey Camii’nin kullanılabilecek vaziyette olduğu düşünüldüğünde bu fakir ülkenin Müslümanlarının göğüslemek zorunda kalacakları yıkımın boyutu daha iyi kavranabilir. Sabri Koçi ve arkadaşları bu durumu normale döndürmek için her şeyden önce samimiyet ve kararlılığın şart olduğunu biliyorlardı. Zamanın akışını Müslümanların lehine çevirebilmek için bu ilk şarttı.

 

            MEDRESLERİN AÇILMASINDA SABRİ KOÇİ’NİN ROLU

 

 İlk olarak  şunu vurgulamak gerekir: Medreseleri açabilmek için hocaya, öğretim malzemelerine ve kitaplara, öğrencilere, müfredata ihtiyaç vardı ki, 50 yıllık diktatörlük süresinde bunlar tamamıyla yok edilmişti.  Mevcut olan tek şey işe başlamak için gereken istek ve samimiyetti. Medreselerde fen ve din derslerini verecek öğretmenlerin bulunmaması nedeniyle dini dersleri vermek, yaşları çok ilerlemesine rağmen Tiran medresesinin eski öğrencilerine düştü. Bunun yanı sıra bu konuda Kosova ve Makedonya’dan gelen kadroların da yardımı oldu. Arapça dersleri genelde Mısır’dan gelmiş kadrolar tarafından verildi. Kosova Makedonya ve diğer ülkelerden bu medreseler için kadro bulmak, a, Arnavutluk dışında ve içinde yaptığı çeşitli toplantılarla Arnavutluk’un bu sorunlarını gündeme getirerek bir çare bulmaya çalışmak Hafız Sabri Koçi’nin kayda değer çabalarındandı. Yeniden açılan medreselerdeki Arapça öğretimi sorunu, tam olarak olmasa da, işte onun bu gayretleri neticesi çözülmüştü.

 

            Başlangıçtaki tüm bu sorunlara rağmen Kavaja, Tiran, İşkodra, Berat ve Korça’da medreseler açıldı. Bu, İslam dini ve kültürü için önemi büyük bir gelişmeydi. Medreselerin açılışı büyük törenlerle yapıldı. Bu gün Arnavutluk’un, Tiran Durres, Kavaja, İşkodra, Kukes, Debre, Berat Cerrik ( Elbasan), Korça ve Gjirokaster vilayetlerinde bulunan toplam on medresesinde Sabri Koçi’nin başlangıçtaki o emeğinin bereketini görmek mümkündür.

 

 Medreselerden mezun olan öğrencilerin aldıkları eğitimin zayıflığı yeni kadrolar oluşmasına imkan vermiyordu. Yüksek öğrenim ise ayrı bir problem olarak ortaya çıkmıştı. Yerel kadrolar yetiştirmek gerekiyordu, ne var ki dünyanın birçok ülkesi Arnavutluk okullarını tanınmıyordu. Bu sorunu halletmek, Arnavutluk okullarından aldıkları diplomaların İslam dünyasında tanınması sağlamak için Sabri Koçi öncelikle Kahire[19]. Ve daha sonra Türkiye, Malezya,  Ürdün, Suriye, Libya, Yemen, Lübnan, Katar, Bahreyn, Dubai, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan yetkilileriyle temasa geçip Arnavut öğrencilerin İslam dünyasının ilahiyat fakültelerinde okumalarına müsaade etmelerini ve bunun için zemin oluşturmalarını istedi. Bu görüşmelerin akabinde kısa bir zaman içinde zikrettiğimiz ülkelerde okuyan Arnavut öğrenci sayısı hızla arttı.

           

DİNİ  YAYIN FAALİYETLERİ

 

1944 yılından komünist sistemin çöküşüne kadar Arnavutluk’ta dini içerikli hiçbir kitap, dergi ya da gazete basımına izin verilmedi. Bu sebeple Arnavutluk, Müslüman Arnavutlar, dini bilgileri hıfz eden ve koruyan yazılı kaynakları tamamen kaybetmiş haldeydiler. Müslümanlar üzerinde bitmek bilmeyen bir şekilde estirilen terör dalgası, hapsetmeler, öldürmeler ve ölümler dini bilgilere sahip olanların sayısının zamanla azalmasına yol açtı. 1991 yılına gelindiğinde Arnavutluk’ta dini açıdan kayıp 2 kuşak vardı. Bu insanları yeniden kazanmak, İslam’ı onlara yeniden ulaştırmak için hiç olmazsa gazete, dergi ve kitap yayımı olağanüstü bir ihtiyaç ve kaçınılması imkansız bir vazife olarak ortada duruyordu.

 

            Sabri Koçi  7 Ekim 1991’de, bakanlığa bir yazı yazarak bir gazete basımına  müsaade edilmesini istedi[20]. Ancak henüz ne bir editöre ne de ekonomik imkanlara sahipti. Bu alanda bir tecrübeleri de yoktu. Koçi, bütün bunları  göze alarak Müslümanlara bir gazete kazandırma gayretiyle hareket etti. 10 Ocak 1992’de, 48 yıldan sonra ilk kez bir dini gazete, “Drita İslame” Arnavutluk Müslümanlarına ‘merhaba’ dedi.  İki haftada bir basılacak olan bu gazete  Arnavutluk Müslüman Toplumu’nun  bir eseri olacaktı. Drita İslame’nin ilk döneminde editörlük yapan Bay Nasuf Dizdari şöyle anlatıyor: Sabri Koçi’nin, işe başlamamızı ümit verici ve kibar bir şekilde nasıl teşvik ettiğini unutamam… Gazete basımı için gerekli tecrübeden başlamak üzere temel araçlara kadar her şey eksikti. Ancak Sabri Koçi’nin İslam’ın tebliğinin akıllı ve planlı bir şekilde yapılması gerektiği yönündeki teşvik edici sözleri ve desteği vardı[21].  Drita İslame’de entelektüel İslami düşüncelere, hoşgörü ve milli menfaatlere, gelenek görenek ve milli kimliğe ilişkin konulara yer veriliyordu. Daha sonra İslam dünyasından çeşitli kurumlar gelerek akaid, hadis, fıkıh ve İslam tarihi ile ilgili daha geniş kapsamlı Arnavutça dini kitaplar, dergiler yayımlamaya başladılar. Bugün de eskisi kadar olmasa da hala Türkçe ve Arapça’dan çeşitli dini konularla ilgili kitaplar tercüme ediliyor. Ne var ki, bu konudaki boşluğun doldurulması mevcut imkanlarla şu an için çok zor görünüyor.

 

            Sabri Koçi İslam dinini ve İslam ahlakını yaymak için belirli zamanlarda Arnavutluk televizyonu ve radyosu (ATVve AR) ile temasa geçerek dini yayın yapılmasını da sağlamıştır. 

 

 


[1] Dr. Zekaj, Ramiz, “Zhvillimi i kultures islame te Shqiptaret gjate Shekullit XX”, s.369.

[2] Luli, Faik –Dizdari, İslam – Bushati, Nexhmi, “ne kujtim te brezave”, s.626.

[3] Koçi, Sabri, ”Elif” gazetesi, 8. s.

[4]Koçi, Sabri”El-Hilal”derneği. s.10.

[5]Luli, Faik - Dizdari, İslam “nje jete ne sherbime te fese”, Tiran, 1997, s.13.

[6] Koçi Sabri, , “Drita İslame” Gazetesi, s.1–3.

[7] Koçi,Sabri, “Drita İslame” Gazetesi, s.1-4

 

[8] Hoca, Enver,

[9] kazazi, Osman, “Madela e shqiperise,kujtime bashkevuajtese”, elyazısı

[10] Koçi, Sabri, “El-hilal”, derneği, s.11.

 

[11] Kraja, Shefqet “perpjekje jone” deneği. s. 32–33.

[12]Tiran merkezinde bulunan tarihi bir cami olup Enver Hoca zamanında da yıkılmamıştır.

[13] Koçi, Sabri, “El-hilal”, derneği,  s.11.

[14] Sabri Koçi’nin hatıraları. Gazeta Drita İslame. s.1–4.

[15] Koçi, Sabri, “Shehida” derneği.s.9.

[16] 9.Tövbe süresi.34

[17] Kazazi, Osman, “Madela e shqiperise,kujtime bashkevuajtese”, Elyazısı.

[18] Koçi, Sabri, “hena e re”, derneği, s.15.

 

[19] Tivari, Salih, “Ne nje afat te shkurt arritjet e KMSH”, “Drita İslame” Gazetesi. s.3.

[20] Koçi, Sabri, Arkivi i “KMSH” Arnavutluk İslam birliği(AİB).

[21] Dizdari, Nasuf, “Drita İslame” Gazetesi, s.1-3. 

  

Yorumlar