Balkan coğrafyası İslam ile Osmanlı öncesinde tanışmış olsa da, İslam’ın Balkanlarda hâkim bir güç olarak belirmesi ve yirminci yüzyıl başına kadar bölgeyi idare etmesi Osmanlı döneminin eseridir. Bu dönemde bölge İslam Medeniyet havzasına dâhil olmuş ve bölgenin iki asli unsuru, Arnavutlar ve Boşnaklar kitlesel halde İslamlaşmışlardır.
Yirminci yüzyıl Müslümanların Balkan coğrafyasındaki hâkimiyetlerinin de sonu anlamına geldi. O zamana kadar imparatorluğun gücü ile yöneten kesim olan Müslümanlar kendilerini ulus devletlerin içinde yer alan azınlıklar olarak buldular. Arnavutluk çoğunluğun Müslüman olduğu tek ulus devlet olsa da, tarihi serüveni onu da İslam Dünyasının uzağına sürükledi. Birinci Dünya Savaşı ile ulus devlet yapıları kesinleşen Balkan halkları, İkinci Dünya Savaşı sonunda yaşanan paylaşımda Sosyalist Blok’un payına düştü ve bölgede iktidarı komünist rejimler ele aldı. Kırk beş yılı bulan komünist idarenin ardından bölge ile temas kuran Müslüman Dünya, yirminci yüz yılın başında bıraktığı Müslümanların yerine “Sosyalist İnsan” ile karşılaştı.
Balkan Müslümanları ile 1990 sonrasında kurulan ilişkiler Müslüman Dünya’nın bu coğrafya için hiçbir hazırlığının olmadığını gösterdi. Bölgeye gelen çoğu Arap kökenli hayır kurumu günü birlik işlerle uğraşırken, bölgenin Müslüman Dünya’ya entegrasyonuna dair bir proje üretmeyi başaramadıkları anlaşıldı. Batı Dünyası’ndan farklı olarak Müslümanlar, Türkiye örneğinde olduğu gibi, nostaljik söyleme sığınmakla iktifa ettiler. Bu nostalji kimi zaman kavmiyetçi söylem ile karışarak “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Türk Dünyası” halini aldı. Ne var ki, bu nostaljiyi olsun canlı tutacak bir çalışma gerçekleşmedi.
Bir Papa’nın yüz yıllar sonra Arnavutluk’u ziyareti komünist dönemin hemen ardından geldi ve Papa II. John Paul Tiran havaalanına iner inmez toprağı öperek Arnavut ülkesini takdis ettiğini ortaya koydu. Papa Hıristiyan Dünya’nın ev ödevini de bu ziyaretinde açıklamıştı: Kayıp halkları İsa’ya döndürmek. Kayıp halklar ise komünist rejim altında yok olan Hıristiyanlardan ibaret değildi. Ataları İslam’ı seçen Müslüman halklar da kayıp halkların bir parçası sayılıyordu.
Batı Dünyası kayıp halkları İsa’ya kazandırmak için büyük bir çaba sarf ediyor. Bu çaba kültürel, ekonomik, siyasi ve askeri ayakları olan büyük bir proje halinde yürümeye devam ediyor. Balkan coğrafyasının geleceğini belirleyen temel kavram “entegrasyon”dur. Entegrasyonun yönü ise Avrupa – Atlantik kurumlarıdır. Bu ise, ekonomik ve idari olarak Avrupa’ya, güvenlik açısından Amerika’ya ve kültürel olarak da Batı Dünyası’na bağlanmak anlamına gelmektedir. Balkan halklarının entegrasyonunun ikinci aşaması asimilasyon olarak belirecektir ki, bunun ilk adımı olan kültürel asimilasyon olanca hızıyla sürmektedir. Bugün Müslüman Arnavutları kültürel alanda da temsil eden kişilerin ekseriyeti Hıristiyan Arnavutlar yahut Müslüman kökeninden utanç duyan Arnavutlardır.
Batı Dünyası’nın sistemli çalışması karşısında Müslüman Dünya’nın çaresizliği, önereceği hiçbir projenin olmayışı Balkan Müslümanlarını entegrasyon seçeneğine boyun eğmeye zorlamaktadır. Türkiye gibi devasa bir ülkenin Balkan Müslümanlarına yönelik bütüncül bir projesi olmadığı için olsa gerek Türkiye’ye gelen her Balkan ülkesi lideri ancak entegrasyondan ve Türkiye’nin bu sürece vereceği destekten bahseder haldedir. Türkiye de entegrasyona olan desteğini sürekli tekrarlamakta ve Balkan ülkelerini, kendisinin hiçbir zaman giremeyeceği “AB bayrağı altında” görmek istediğini en üst düzeyde ifade etmektedir.
Müslüman Dünya’nın Batı ile cephe hattı sayılabilecek Balkan coğrafyasını terk etmesi ümmetin bütünü için de geleceğe yönelik ağır riskler doğurmaktadır. Batı, Balkan coğrafyasını bir atlama noktası ve savunma hattına dönüştürmekte, Balkan halklarını ise geleceğin Avrupa Ordusu’nun lejyonerleri olarak kullanmayı hesap etmektedir. Bu dönüşümü sağlayacak olan argumanlar Balkan devletlerinin eğitim sisteminde bulunabilir. Arnavutluk. Kosova ve Bosna’nın eğitim sistemini inceleyen herhangi birisi Müslüman halka dayatılan Türk ve İslam düşmanlığının açık delillerini görecektir. Dışişleri bakanımızın Saraybosna’da söylediği, “Biz buraya havadan değil atlarımızla geldik” sözü tarihi bir gerçeği işaret etse de, entegrasyon sürecindeki Balkanlarda atlarımız işgalci olarak tanımlanmaya devam etmektedir.
Zayıf Balkan Müslümanlarının çaresizliği anlaşılabilir ancak Türkiye’nin tarihi sorumluluğunu AB’ye havale etmesi asla göz ardı edilemez bir hatadır.
Dünyaya Yeni Söz gazetesi
28.05.2011
Yorumlar