Duyuru

Başçarşı’nın genleriyle oynanıyor

  /   3377   /   28 Ağustos 2014, Perşembe

 Yazdır

  

Saraybosna’ya kaç kez gittiğimi artık ben bile bilmiyorum. Aslına bakarsanız böyle bir hesabın içerisinde olmak da istemiyorum. Çünkü insan sevdiğine karşı hesapsız olmalı. Her ne kadar İvo Andriç, Saraybosna için kaleme aldığı “To je grad” isimli makalesinde “Şehri ilk ziyaret edenlerin izlenimleri; burasını daha önce gördükleri şeklindedir. Oysa Saraybosna her şehre benzer, ama o hiçbir şehir değildir” dese de, bu şehir yatağını bulmuş, alnına Osmanlı mührü vurulmuştur.

Saraybosna Havaalanı’nda pasaport kontrol kontrolü için beklerken, her seferinde, rahmetli Aliya İzzetbegoviç’in Eski Yugoslavya Ordusuna bağlı Sırp askerleri tarafından kaçırılmasını hatırlarım. Sanki kızı Sabina’yla bir yerlerden çıkacakmış gibi hissederim. Havaalanından Başçarşı’ya doğru ilerlerken, şehri ortadan ikiye ayıran Milyatska Nehri elinizi uzatsanız dokunabileceğiniz mesafeye gelmişse, doğru yoldasınız demektir. Bosna Sancak Beyi İsa Bey İshakoviç, 1462’den itibaren, Milyatska Nehri’nin her iki tarafına; köprü, han, hamam, tekke, misafirhane gibi çok sayıda görkemli yapı inşa ettirmiştir.

Az ilerideki sağda duran Sareva Camii, Sultan Mehmet Han veya Hünkâr Camii olarak da bilinir. Nehir boyunca ilerledikçe birçok tarihi köprü de göze çarpar. Hünkâr Camii’nin hemen karşısındaki Hünkâr Köprüsü ile 1565 yılında inşa edilen ve Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasına sebep olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahdı Ferdinand’ın üzerinde öldürüldüğü Latin Köprüsü bunlardan iki tanesidir. Biraz daha ilerleyince, daha önce Milyatska Nehri’nin sol tarafında bulunan, İnat Evi’ni rahatlıkla görülebilir. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu döneminde yapılan kamulaştırma ile nehrin solundan sağına taşınmak istenen bir ev, sahibinin uzun süre direnmesi sebebiyle bu ismi almıştır. İnat Evi’nin bulunduğu arazide Bosna Savaşı’na kadar bir milyonun üzerinde el yazması eserin muhafaza edildiği Şarkiyat Kütüphanesi bulunuyordu. Ancak Sırp saldırganlığından fazlasıyla nasiplenen bu bina, içerisindeki eserlerle birlikte, savaş döneminde yakılmıştı.

Şarkiyat Kütüphanesi’nin önünden sola kıvrılan yoldan elli metre kadar takip ilerleyince, on altıncı yüzyılda inşa edilen ve şehrin tam merkezinde yer alan, Başçarşı’ya ulaşılır. Sağ kolda rahmetli Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç’in mezarının bulunduğu Koşevo Şehitliği, sol kolda ise, Başçarşı’nın sembolü olan Sebil. Sol kolda kalan ve 1753 yılında Saraybosna Valisi Mehmed Kukavica Paşa tarafından yaptırılan Sebil, 1852 yangınında hasar görünce, 1891’de Alexander Wittek tarafından yenilenerek, bugünkü halini almıştır.

Sebil’in hemen aşağısında, 1529 yılında yapılan ve Durak Camii olarak da bilinen, Başçarşı Camii bulunmaktadır. Osmanlı döneminde 37 çeşit malın imalat ve ticaretinin yapıldığı Başçarşı’da, sokak ve cadde isimleri zanaatlara göredir: Çizmeciluk, Büyük Çurçiluk, Küçük Çurçiluk, Kundurdziluk, Aşçiliuk, Kazadanciluk, Saraçi gibi. Her ne kadar bugün artık yerlerini börek ve çevapi dükkânları alsa da, zanaatçılar varlıklarını sürdürmektedir.

Saraybosna’nın kalbi niteliğindeki Başçarşı’nın nüvesini, Gazi Hüsrev Bey Külliyesi’nde yer alan; camii, medrese, kervansaray, han, bedesten, hamam, türbe, şadırvan, çeşme ve sebil yapıları oluşturmaktadır. Başçarşı, bu yapıların etrafında gelişmiş ve büyümüştür. Sultan İkinci Bayezid’in damadı Gazi Hüsrev Bey’in, 1530 yılında yaptırdığı ve kendi ismiyle anılan cami, yanı başında on yedinci yüzyılda inşa edilen saat kulesi, günümüzde sergi salonu olarak kullanılan Kurşunlu Medrese bulunmaktadır.

Gazi Hüsrev Bey Cami’nin dış duvardaki iki metal oluklu çeşme vardır. Bu olukların birisinden su içenin bu şehre yeniden geleceği, diğerinden su içenin ise bu şehirden evleneceği rivayet edilir. Ne yalan söyleyeyim ben her iki oluktan, birçok kez su içtim. Halk arasında Han-ı Atik olarak adlandırılan altı kapılı bedesten ise medresenin az ilerisindedir. On altıncı yüzyıl sonunda inşa edilen ve Saraybosna’daki Osmanlı hanlarının en güzel örneklerinden biri olan iki katlı Moriça Han, ıhlamur ağacı altında, yorgunluk kahvesi içilebilecek en güzel mekânlardandır.

Başçarşı’nın bittiği yerde Ferhadiye Caddesi başlıyor. Nasıl ki, Başçarşı’ya geldiğinizi gösteren en önemli işaret zemindeki Arnavut kaldırımı taşlarsa, Başçarşı’nın bittiğini gösteren en önemli işaret de caddenin zemininin bir anda betona dönüşmesiydi. Geçmiş zaman kullanıp, dönüşmesiydi diyorum çünkü Başçarşı’nın Arnavut kaldırımı “daha modern görünümlü taşlar” döşenerek yok ediliyor. Geçmiş yıllarda Başçarşı’ya bağlanan ara sokaklardaki Arnavut kaldırımı taşların yerine düz taşlara bırakmıştı. Bugünlerde, Başçarşı’nın ana caddesindeki Arnavut kaldırımı taşlar da kaldırılıyor. Böylece, Başçarşı’nın 1462 yılında başlayan tarihi 2011 yılında sonlandırıldı.

1992-1995 yılları arasında üzerine düşen onlarca bomba ve ağır silahın yapamadığını modernizm meraklısı Boşnak ve Türkler el ele yapıyor. Evet, yanlış okumadınız: Aklı evvel bazı Boşnaklar ve Türkler el ele vermiş Başçarşı’nın genetiğiyle oynuyorlar. Saraybosna Stari Grad Belediyesi, yaklaşık 900 bin KM (TL) maliyetli bu proje için Bursa Belediyesi’nden 400 bin KM (TL) yardım almış. Arnavut kaldırımı taşların yerine döşenecek modern taşlar da Türkiye’den getirilmiş. Acaba kendi tarihinin üzerine taş döşenmesi için kaynak ayıran başka bir millet var mıdır?

Dünyaya Yeni Söz

  

Yorumlar