Fotoğraflar: Amina Demir
Arkadaşımız Ayhan Demir, Saraybosna Kanton Meclisi Üyesi ve Kayıpları Arama Komisyonu Üyesi Amor Maşoviç’le, Srebrenitsa’da yaşananlardan Karaciç ve Mladiç’in Lahey’de yargılanmalarına, Dayton Anlaşması’ndan rahmetli Aliya İzzetbegoviç’e uzanan geniş bir yeplazede önemli bir söyleşi gerçekleştirdi.
Temmuz 1995’de Srebrenitsa’da neler yaşandı?
Görgü tanıklarından aldığım bilgiler ve on beş yıl zarfında edindiğim tecrübe doğrultusunda, Srebrenitsa’da Boşnaklara yönelik etnik temizlik yapıldığını rahatlıkla söyleyebilirim. Bu katliamı, Sırbistan ve Karadağ’dan yardım alan ve Bosna’da yaşayan Sırp kökenli polis, asker ve sivil örgütler, gerçekleştirdi. Bu söylediklerim de Uluslararası Adalet Divanı, Lahey’de kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi, Bosna-Hersek Mahkemeleri ve Özel Savaş Suçları Mahkemesi tarafından kanıtlamıştır. Çoğunluğunu erkek yaşlı, çocuk ve gençlerin oluşturduğu sekiz bini aşkın insana, Temmuz 1995’te keyfi bir infaz düzenlenmiştir. Bunun sebebi ise infaz mağdurlarının etnik bir gruba mensup olmalarıdır. Böylece insanlık adına en ağır suç olan etnik temizlik gerçekleştirilmiştir.
Cesetler tanınmaz haldeydİ
Bu görevi yapmaya nasıl başladınız? Bu mücadelenizden bahsedebilir misiniz?
Bosna-Hersek saldırısı sırasında Savaş Esiri Değişim Komisyonu Başkanı idim. Bu komisyon hem esirlerin ve kaybolan insanların bulunmasıyla, hem de cesetlerin teşhis esilmesiyle ilgileniyordu. Benim asıl misyonum 1992 ortalarında akıbeti meçhul insanları araştırmakla başladı. O zaman bile evlerinden, işlerinden, hastanelerden, okullardan esir olarak alınanların veya toplama kampında esir tutulanların savaş bittikten sonra da akıbetlerinin belli olmayacağının bilincindeydim. Aslında, esir alınanların aileleri tarafından bilinen bir gerçek vardı ki, savaşın üzerinden aylar ya da yıllar geçse de, en sevdikleri artık hayatta değillerdi. Yalnız, ceset kalıntılarının ailelerine teslim edilip inançları doğrultusunda defnedilmeleri için bulunmaları gerekiyordu. Bu iş hiç kolay değildi. Çünkü araştırma yapılması gereken yerler; normal ya da toplu mezarlar, orman ve madenler, taş ocakları, kireç kuyuları, yüz metre derinliğe kadar ulaşabilen doğal çukurlar, nehirler, göller, çöplükler, yıkıntılar, ahırlar vb. yerlerdi. Vurgulamam gereken en önemli unsur ise yapılan etnik temizliğin anlaşılmaması için kurbanların kalıntılarının mezarlar arasında taşınırken tahrip olmuş olmasıydı. Bu durum bizim araştırmalarımızın sürecini uzattı ve cesetlerin teşhis edilmelerini zorlaştırdı.
Ne kadar süredir bu araştırmalarınıza devam ediyorsunuz? Bugüne kadar kaç toplu mezar ve ceset buldunuz?
Yaklaşık on beş yıldır araştırma komisyonlarında görev yapıyorum. Bu on beş yıllık araştırma sürecinde beş yüzden fazla toplu ve beş binden fazla diğer mezarlara rastladık. Bütün bu mezarlarda 22 binden fazla ceset kalıntısı bulundu. Sadece Srebrenitsa ve çevresinde yüz binden fazla toplu ve diğer mezarlık bulundu. Bu mezarlıklarda da 7 bin kadar Srebrenitsa etnik temizlik kurbanı bulundu. Bir mezarda bulunan iskeletlerden hiçbiri tamamen bir insanın vücudunu oluşturmuyordu. Çünkü kurbanların iskeletleri mezardan mezara taşınıyordu. Mesela bir genç adamın iskeleti, birbirlerinden kilometrelerce uzaklıktaki, dört değişik toplu mezarda bulunmuştu.
Bir toplu mezar bulunduğunda nasıl bir prosedür işliyor?
Kayıp İnsanları Araştırma Enstitüsü-MPI, katliamın ardından hayatta kalan mağdurlardan alınan bilgiler veya bu katliamı yapanların mahkeme süresince verdikleri ifadeler doğrultusunda mezarlıklarda zemin araştırması yapıp, Bosna-Hersek Savcılığına başvuruyor. Ardından savcılık soruşturması başlatılıyor. Savcılık, Bosna-Hersek Mahkemesi’ne bilgi verdikten sonra Mahkeme mezarların açılıp incelenmesine, bulunan kalıntılar üzerinde otopsi yapılıp, teşhis edilmesine karar verir. Mahkeme bu araştırmayı yapabilmek için uzman timi oluşturuyor. Bu timin başında savcı olmak üzere Adli Tıp Uzmanları, Kriminal Müfettişler, MPI uzmanları gerekirse de dağcı, dalgıç, mağara araştırmacısı, mayın uzmanları ve pilotlar yer almaktadır.
Sistematik ve Organize Bir Temizlik
Toplu mezarlar, katliamların yeri ve şekli, katliamların Müslümanlara karşı olan açık nefretini göstermiyor mu?
Evet, gerçek şu ki, saldırganlar kimseye acımadı: Küçücük çocuklar, kadınlar, savaş esirleri, hastalar, yaralılar, doktor ve hemşireler, din mensupları, eğitim mensupları ve aydın kesim -profesörler, öğretmenler, avukatlar, mühendisler, gazeteciler, mimarlar vb.- daha birçok kişi. Ayrıca, insanları, henüz ismi bile konmamış 48 saatlik bir bebeği dahi diri diri yaktılar. Yüz metrelik çukurlara insanları canlı canlı attılar. Öldürdükten sonra bile insanların vücutlarına işkence yaptılar. Bu insanların inançlarına dair -cami, mescit, türbe v.s.- her şeyi yok ettiler. Boşnakların evlerini ve iş yerlerini yağmaladılar. Bunların hepsi etnik temizliğin sistematik ve organize bir şekilde yapılmasının yanı sıra kinin ve nefretin göstergesidir.
Toplu mezarları bulduğunuzda yönetimdeki Sırp ve Hırvatların size karşı tavırları nasıl oluyor?
Bugün hükümetin en yüksek yasama ve yürütme organlarında yer alan insanların bir kısmı savaş zamanında yapılan katliamlardan ve saldırılardan yeterince haberdar değildir. Bu yüzden de onlar yapılanları yok sayıp, hiçbir zaman gerçekleşmemiş gibi göstermeye çalışıyorlar. Bugün devletin en yüksek mertebelerinde olanlar, eskilerin bu katliama vermiş olduğu desteğin farkında olmadan, devamını sağlayarak onları koruyarak, yapılan katliamın üstünü kapatmaya çalışıyorlar. Bizim yürütmekte olduğumuz araştırmaları da durdurmaya çalışıyorlar.
Srebrenica’da yaşananları dünyaya anlatırken Sırplardan tehdit aldınız mı?
Ben adaletin yerine gelmesi için verdiğim bu savaşta doğru yolu seçtiğimin bilincinde olarak gelen tehditleri umursamıyorum. Geçmişte, araştırmalarımızı durdurmamız için, belli bir kesimden tehdit aldık. Fakat biz onlarla başarılı bir şekilde mücadele ettik. Hak ve adaletin peşinde olduğumuzu onlara da hissettirdik. Onlar da tehditlerinden vazgeçmek zorunda kaldılar.
Lahey Adalet Divanı aldığı kararla Srebrenitsa’da Boşnaklara karşı soykırım gerçekleştirildiğini kabul etmesine karşın, Sırpların bunu yaptığını kabul etmedi. Gerçekleştireni belli olmayan bir soykırımdan söz etmek mümkün müdür? Eğer birileri soykırım yapıyor ve bunun üzerine bir yapı oluşturabiliyorsa, Cenevre Soykırım Sözleşmesi`ne ihtiyaç var mıdır?
Maalesef, Bosna-Hersek’in bazı etnik politikacıları ve Sırp halkının en büyük bölümü, geçen uzun yıllara rağmen katliam gerçeğiyle yüzleşme cesaretini bulamadıkları için bunu açıkça dile getiremiyorlar. Ayrıca, Srebrenitsa dışında Prijedor, Sanski Most, Kljuc, Kotor Varos, Bosanska Krupa, Bosanski Samac, Brcko, Bijeljina, Zvornik, Bratunac, Vlasenica, Visegrad, Foca, Rogatica ve Nevesinje gibi diğer Bosna-Hersek şehir ve kasabalarında da, soykırımlar gerçekleştirildi. Buna rağmen halen katliamlardan kurtulmayı başarıp, hayatta kalanlardan ve kurbanların ailelerinden özür dilemeye niyetli değiller. Korkarım ki, bu halk, özür için daha çok bekleyecek.
CIA’nın, Bosna-Hersek’te gerçekleştirilen katliamlardan yüzde 99 oranında sorumlu tutulan üç kişi arasında bulunan Karacic ve Mladic yıllar sonra yakalandılar. Karacic ve Mladic’in yakalanarak Lahey’de yargılanması hakkında neler düşünüyorsunuz?
Ben, Bosna-Hersek’te yapılan soykırımlardan yalnızca Mladiç, Karaciç ve Miloşeviç’in sorumlu olduklarını düşünmüyorum. Miloşeviç, Karaciç ve Mladiç ön plana çıkmadan önce de birçok kurum, kuruluş ve kişilerin bu soykırımda rol aldıklarına dair sağlam deliller var. Bu kurum, kuruluş ve kişiler, öncelikle bireysel akademisyenler, Sırbistan Sanat ve Bilim Akademisi ve Sırp Ortodoks Kilisesi, Yugoslav Halk Ordusu Genelkurmayı, Sırbistan ve Karadağ’ın üst siyasi liderleri, kilise meclisi üyeleri ve medyadır. Mladiç, Karaciç ve Miloşeviç’in mensubu olduğu ortak suç örgütü, eski Yugoslavya’daki politika sahnesinde yer almasalar bile onların yerlerini başkaları alacaktı. Fakat netice yine aynı olacaktı: Boşnak Soykırımı…
Soykırımın suçluları kim?
Milosevic ve Karadzic’in Lahey’deki ICTY’de yargılanmaları, onların, kan ve gözyaşı üzerine inşa ettikleri düzeni ortadan kaldırmak için yeterli mi?
ICYT’nin verdiği ya da vereceği kararların, gerçekleştirilen soykırımın sonuçlarını düzeltebileceğine inanmıyorum. Daha önce de söylediğim gibi Bosna-Hersek’teki etnik gruplar içerisinde, geçmişle yüzleşip, geçmişin sonuçlarını düzeltecek aydınlar olduğuna dair bir emare görmüyorum. Benim düşünceme göre, henüz Belgrad ve Podgoritsa yöneticileri, net ve ilkeli bir çizgiye sahip değiller. Ağırlıklı olarak Avrupa ülkeleri sorumluluk taşımataktır. Mladic ve Karacic, tıpkı ölmeden önce Miloşeviç’in yaptığı gibi, Batılı devletleri ve Amerika’yı suçluyor.
Bu durum katliamların asıl suçlusu hakkında bize bir fikir verebilir mi?
Bosna-Hersek’teki soykırımların tek ve gerçek suçluları, Belgrad ve Podgoritsa rejimleri ve bunun yanı sıra bu soykırımı durdurmak için hiçbir şey yapmayan Avrupa Ülkeleri, ABD ve diğer ülkelerdir.
"Arkadaşımız Ayhan Demir’in, Saraybosna Kanton Meclisi Üyesi ve Kayıpları Arama Komisyonu Üyesi Amor Maşoviç’le Dünyaya Yeni Söz gazetesi için, Srebrenitsa’da yaşananlardan Karaciç ve Mladiç’in Lahey’de yargılanmalarına, Dayton Anlaşması’ndan rahmetli Aliya İzzetbegoviç’e uzanan geniş bir yelpazede gerçekleştirdiği söyleşinin ikinci kısmını yayınlıyoruz;
Naser Oric, “Benim Srebrenitsa’dan çıkışım ve Srebrenitsa’nın BM güçlerine teslimi siyasi değil, askeri bir karar. Dolayısıyla bu kararda Aliya’yı suçlamak doğru olmaz” diyor. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?
Srebrenitsa’nın askerden arındırılma fikri uluslararası toplum kuruluşlarının bir kısmından geldi. O kuruluşlar da, Bosna-Hersek’e saldırılar sırasında, Miloşeviç yanlısıydı. Bu politikanın üs fikri Fransız bir general tarafından geliştirilmiştir.
Bildiğim kadarıyla Srebrenitsa’da yaşayan genetik olarak bir Türk yok. Sizde genetik olarak bir Türk değilsiniz. Ama Mladic ve diğer Çentikler, Srebrenitsa’yı işgal ettiğinde, kameralar karşısında, “Türklerden intikamımızı aldık” diye konuşmuştu. Bu nasıl bir şey?
General Mladiç ve tüm siyasi ve askeri liderleri, yüksek bir eğitimle övünemezler. Bu yüzden de Türklerden intikam alma istekleri hiç şaşırtıcı değil. Onlar, aynı zamanda bir gerçeği unutuyorlar: Osmanlı İmparatorluğu, onların Balkanlarda var olmalarını sağladı ve endüstriyel anlamda gelişmelerine ön-ayak oldu. Ama Çosiçev mitoloji tipine eğilimli oldukları için herhangi bir yalanı tekrarlaya tekrarlaya artık kendileri de gerçek olduğuna inanmaya başlıyorlar. Buna göre de, Boşnaklarla Türkleri bir tutup, intikam alma gerekçesiyle soykırım yapıyorlar.
Dayton’un “ateşkesin” ötesine geçip, bir “barış anlaşmasına” dönüştüğünü söylemek mümkün mü?
Dayton Antlaşması’nın en büyük değeri savaşın durdurulmasını sağlamak ve savaş esnasında kişilerin ölmesini ve yaralanmasını engellemek oldu. Ben, bugün olduğu gibi, o zaman da geçici bir çözüm olduğunu düşünüyordum. Fakat bu antlaşma çok uluslu bir yapıya sahip olan Bosna-Hersek’in daha fazla demokratikleşmesi ve modernleşmesi için o dönemde tek yoldu. Ne yazık ki Belgrad ve Zagreb, bu antlaşmaya, bir soluklanma olarak bakıyorlardı. Çünkü onlar kendi devlet planlarını hayata geçirebilmek için Dayton’u uygun bulmuyor ve farklı bir antlaşma yapmak istiyorlardı. Fakat Zagreb bu planlarından vazgeçti. Zagreb, Avrupa devletleriyle bütünleştiğinde Tucman’ın yıkıcı politikalarında arınacak ve Bosna-Hersek’te bulunan Hırvat liderleri üzerinde daha etkili olacaktır. Öte yandan Sırbistan’ın önünde daha açılmamış iç meseleler ve sorunlar var. Belgrad yönetimi, iç sorunlarını Bosna’daki Sırplara aktarıyor ki sorun Bosna-Hersek’e geçsin ve kendi çıkarları doğrultusunda rahatça hareket edebilsin. Sırp aydınların büyük bir kısmı, Banja Luka’da değil, Saraybosna’da olduğundan, Bosna-Hersek’in “Büyük Sırbistan” fikrini çökertmesi ve bu fikirden kurtulması için daha uzun yıllar mücadele etmesi gerekir.
Sırp toplumunun demokratİkleşmesİ lazım
Dayton Anlaşmasının mimarı Richard Holbrooke, anlaşmanın onuncu yıl dönümünde, Dayton’un mükemmel olmadığını ve geliştirilmesi gerektiğini söylemişti. Holbrooke’un bile revize edilmesi gerektiğini söylediği Dayton’u yeniden ele alıp, gözden geçirmenin zamanı gelmedi mi?
Dayton Antlaşması’ndaki değişiklikler sadece iki şekilde yapılabilir. Öncelikle, Sırp toplumunun tam demokratikleşmesi ve “Büyük Sırbistan” idealinden vazgeçmesi gerekiyor. Ancak, bana göre bu şu anda imkânsız. İkinci olarak da, daha önce denenmiş ve başarıyla uygulanmış uluslararası toplum kuruluşlarının projesiyle gerçekleşir. Bu projenin kapsamı ise, demokratikleşmek istemeyen toplumları izole etmeye dayanır. İkinci yol, birincisine göre, çok daha uzun. Fakat o yolun bize büyük bir başarılar getireceğine inanıyorum.
1992-1995 Bosna Savaşının üzerinden geçen 16 yılın ardından Boşnaklar için sosyal, ekonomik ve kültürel alanlarda hayat -olumlu ya da olumsuz yönde- nasıl değişti?
Sanırım Bosna halkı öncelikle psikolojik olarak büyük bir değişim geçirdi. Boşnakların büyük bir kısmının yaşananlardan sonra anladığı bir şey vardı ki, geleceğimizle ilgili olan kararları vermek için millet olarak kendimiz en büyük etkeniz. Bundan sonra hiçbir zaman, hiç kimse bizim adımıza karar veremez. Vatanımız ve vatanımızın sınırlarıyla ilgili bütün kararları almak ancak ve ancak bize aittir. Bütün Bosna halkı, bunun bilincine varmış bulunmaktadır. Bugün kararı veren bizleriz, yarın ise bizim çocuklarımız olacak. Bizden çok daha güçlü olan düşmana karşı koymayı başardık. Özellikle bütün dünyanın bizi yalnız bıraktığı anda biz bunu başardık. Biz anladık ki bu savaşta var olabilmek ve buradan özgür çıkabilmek için zayıf olan taraf yani biz bu savaşı kazanmalıydık. Biz düşmanımızı yendik. Uluslararası toplum kuruluşları müdahale etmeseydi, düşmanı askeri anlamda da yenerdik. Bu gerçeği o tarihteki düşmanımız da biliyordu. Bundan böyle gelecekteki de bir an önce bunun bilincine varsın. Kuşkusuz ki bu savaştan sonra, Boşnaklar, ekonomik, sosyal ve kültürel alanda gelişme göstermek için daha çok çaba harcamalıdır.
Savaş sırasında evlerini, iş yerlerini, kısacası tüm hayatlarını terk edip, başka şehirlerde yeni hayatlara başlamak zorunda kalan Bosna halkı eski yaşamlarına dönebildiler mi?
Sanmıyorum. Birkaç dakika ya da saat içinde bırakmak zorunda kaldıkları o yaşama geri dönmeleri onlar için çok zor. Bunu sadece gençlerin başarabileceğini düşünüyorum. Çünkü gençler, çok küçükken, henüz tam anlamıyla alışamadıkları bir düzeni bırakıp, yeni hayatlar kurdukları için geri dönmek onlar için daha kolay olabilirdi. 1992-95 yıllarında yaşananların tamamen içinde olan bütün insanlar, büyüdükleri, okudukları ve ekmeklerini kazandıkları yerleri acı dolu hatıralarla arkalarında bıraktıkları için onlar için geri dönüş nerdeyse imkânsız. Memleket hasreti insanların hayatlarının sonuna kadar peşlerini bırakmaz.
Bir Sırp atasözü “Mutlak olan tek şey gelecektir; geçmişse durmaksızın değişir diyor.” Bu sözden yola çıkarsak; orta öğrenimde okuyan Bosnalı gençlerin, 1992-1995 yıllarında neler yaşandığını, ne acılar çekilerek bu toprakların kazanıldığını bilmeden yetişmesine ne diyorsunuz? Kin ve düşmanlığı körüklemeden yaşananları unutturmamak için neler yapılmalı?
En zor seçİm!
Gerçekten endişe verici ve özellikle eğitimciler açısından zor bir durumdur. Çünkü yeni nesile saldırganlıklardan, toplama kamplarından, tecavüzlerden ve soykırımdan bahsetmedikleri gibi onları da yapılan bu ırkçılığın devamını getirmeleri için teşvik ediyorlar. Gerçek, sadece gerçek… Geleceğe giden tek ve en hakiki yol bu dur. Gerçekler acıtsa da, ilk bakışta kin ve nefret uyandırsa da gerçek, gerçektir. Kin ve nefret duygusuna sahip bulunanlar, gerçeği kabul etmedikleri gibi, kendilerinden bile nefret etmeye başlıyorlar.
Bağımsız Bosna-Hersek’e giden yolda çok zorluklar ve acılar yaşadığınızı tüm dünya biliyor. Bu süreçte unutamadığınız, tarihe not düşmek istediğiniz birçok hatıranız vardır. Bunlardan birkaçını paylaşır mısınız?
Saldırılar sırasında ve sonrasında çok şey yaşadım ve gördüm. İnsanların acı dolu olayları ve trajedileri beynime derin bir şekilde kazındı. Ancak öyle bir olay yaşadım ki, benim dayanma gücümün sınırlarını çok zorladı. 6 Ekim 1994’te Saraybosna’daki “kardeşlil ve birlik köprüsü”nde savaş esirlerinin değişimini gerçekleştirmemiz gerekiyordu. Foça, Vlasenica, Rogatica, Bijeljina ve Saraybosna’daki Sırp toplama kamplarından 100 kadar esirle değişimi gerçekleştirecektik. Ancak Gorazde’yle yaşanan iletişim sorunu sebebiyle, 20 Sırp esir eksik götürmek durumunda kaldık. Görünüşte düşmanın yaptığı hareket doğru olsa da bu beni umutsuzluğa düşürmüştü. Benim onların getirdiği 100 Boşnak esirden 20’sini seçip toplama kampına geri göndermem gerekiyordu. Kadersiz 20 esiri seçmek üzere Grbavica’da bulunan otobüse bindiğimde, onların kamplara geri döndüklerinde neler yaşayacaklarını düşünüyordum. Acaba onların da kaderleri Ahatovic’te öldürdükleri 47 kişi gibi mi yoksa Koricanskim Stijenama’da öldürülen 200 kişi gibi mi veya Sokocu’da katledilen 51 kişi gibi mi, yoksa Omarska Kampı’nda işkenceye maruz kalan 124 kişi gibi mi olacaktı? Bu saydığım kurbanlar da güya esir değişimi adı altında katledilmiştir. Tam o sırada kendi düşüncelerimle mücadele etmekteydim, acaba hangisini özgürlüğüne kavuşturayım ya da hangisini kampa –bir başka ifadeyle ölüme- geri gönderiyim? Baba ve iki oğul… Bir oğlu evli ve iki çocuklu, diğeri ise henüz çocuk hayatta hiçbir şey yaşamamış. Arkada ise yaşlı engelli bir adam! Kimi seçmeliyim? Allah’ım kimi seçsem? Bu esnada hepsiyle konuşuyor ve hepsinin özgürlüğü hak ettiklerini anlatıyordum. Bazıları çok uzun süredir kamptaydı ve nehrin öbür tarafında bekleyen çocuklarına kavuşmak için sabırsızlanıyorlardı. O zaman anladım ki konuşmayı ne kadar uzatırsam doğru karar vermek benim için çok daha zorlaşacak. Tabii ki, eğer şu durumda “doğru bir karar” varsa... Her şeyi duyan, bilen ve gören bana seslendi ve dedi ki: “Amor, kendilerine sor, onlar en iyisini bilirler.” Dinledim ve onlara sordum. Bütün babalar hep bir ağızdan: “Biz kalıyoruz, çocuklarımız gitsin. Bizi merak etmeyin!” dediler. Öyle de oldu. Tek kaygım şimdi babalara ne olacağıydı. Ama o kaygı da birkaç gün daha sürdü. 10 Ekim 1994 tarihinde serbest bırakıldılar.
VE ALİYA İZZETBEGOVİÇ!
Bir insanı belirsizliğe göndermek çok zor bir deneyim olmalı…
Otobüsteki o an hafızamdan hiç silinmeyecek bir fotoğraf karesi gibi kaldı.
Sizce, Boşnaklar, bir bilge filozof ve halkını özgürlüğe götüren yola cesurca çıkan komutan olarak, Aliya İzzetbegoviç’i özlüyorlar mı? Onun yokluğunun meydana getirdiği boşluğu hissediyorlar mı?
Şüphesiz Boşnaklar, bu boşluğu hissediyorlar. Ancak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, vatanını seven her millet böyle akıllı, mütevazi, sakin, merhametli, cesur ve vizyon sahibi olan bir lideri özler. Bu özellikleri taşıyan kişiler Balkan topraklarında nadir yetişirler. Vatanını seven, özgürlükçü, ırkçılık yanlısı olmayan ve inançlarına bağlı birey yetiştirmek bizim milletlerimiz için zordur. Onun gidişiyle büyük bir boşluk oluştu. Korkarım, bu boşluk uzun yıllar boyunca devam edecek.
İbrahim Paşalı’nın “İnsanlığa atılan son Osmanlı tokadı” diye tanımladığı Aliya İzzetbegoviç, sizin için ne ifade ediyor?
Yirmi yıl öncesine dönüp, Avrupa’nın bütün liderlerini göz önünde aldığımızda, gerçekten Aliya İzzetbegoviç’e benzeyen
çok az lider bulunur. Aliya İzzetbegoviç, kişiliği ve başlattığı özgürlük mücadelesiyle kimseye benzemiyordu. Bosna-Hersek’te gerçekleştirdiği değişim göz önüne alınırsa, başka devlet liderlerinin bunu çok zor başarabileceği görülür. Aliya İzzetbegoviç, savaş zamanında Avrupa için bir tokat gibi gelmişti ve Avrupalılar o tokadın izini uzun bir süre hafızalarından silemeyecekler. Çünkü bir millet yok edilirken, Avrupa buna seyirci kalmayı tercih etti. Milletimiz, bugün olduğu gibi, savaş
zamanında da, medeni açıdan bütün milletlerin üzerinde bulunmaktadır. Avrupa’nın atılan tokadın izinden kurtulup silkinmesi için medeniyetin gerçek anlamını fark etmesi gerekir. Bunu yaparken de medeniyetin tek din, tek ırk olmadığını, asıl zenginliğin farklı kültür ve dinlerde yattığını öğrenmeliler.
Rahmetli Aliya İzzetbegoviç ile ilgili hiç unutamadığınız bir hatıranız var mı?
Rahmetli Aliya İzzetbegoviç ile yaklaşık olarak yetmiş kez karşılaştım. Ve bu her karşılaşma benim için Allah’ın bir lütfuydu. Her karşılaştığımızda ondan bir şeyler öğrenmeye çalıştım. Onun karakteristik özelliklerini detaylıca öğrendim. Aliya İzzetbegviç’in bir özelliğini unutamam: Mütevazılık. Savaş zamanında yakın çevresinin kendisine daha iyi şartlarda yaşam sunma çabasına fazlasıyla kızıyor ve bunu reddediyordu. Çünkü kendisi en zor zamanlarda dahi milletiyle eşit durumda olmayı tercih ediyordu. Kendisi vefat etmeden birkaç gün önce yaptığım ziyarette söylediği sözler kulağımda hala çınlıyor: “Amor, milletimizle beraber ol, onları yalnız bırakma.”
Avrupa Birliği sürecinde, Bosna-Hersek ve Boşnakları, nasıl bir gelecek bekliyor?
Bosna-Hersek kendi içindeki çatışma ve sorunları çözüme kavuşturursa ve bunu ülkesinde bulunan bütün etnik grupları dâhil ederek yapabilirse, benim vatanım yakında AB parçası olabilir. Hatta ve hatta AB’nin politik kararlarında da söz sahibi olmayı başarabilir. Buna yürekten inanıyorum. Bosna-Hersek’in çok çeşitli bir halk özelliğine sahip olması kendisi için çok büyük bir avantajdır. Çünkü bu özellik AB’nin lider ülkelerinden biri olmasını sağlayacak bir özelliktir. AB tek millet inancından vazgeçip, diğer milletleri ve etnik grupları da dil, din, ırk ayrımı yapmadan kendi bünyesine kabul edebilirse, bütün ezilmiş toplumlar huzura ve refaha kavuşacaktır.
Son olarak şunu sormak isterim: Türk milleti ve devletine mesajınız nedir?
Türkiye, Avrupa’ya giden yolda bazı cesaretsizler sebebiyle, çeşitli haksızlıklara uğradı. Bu haksızlıkların sebebi ise, Avrupa’nın kendilerine ait olduğunu düşünmelerindendir. Farklı kültürlerin kendileri için zenginlik olduğunu anlayamıyorlar. Fakat zaman değişiyor ve bu yolda Türk halkı mümkün olduğunca sabırlı olmalı. Zaten Türkiye Cumhuriyeti devleti ve Türk halkı bunu çok iyi başarıyor. Bugün Türkiye, Avrupa’nın önde gelen ülkelerinden biridir. Kuşkusuz, bir gün Avrupalılar da Türkiye’yi tanımayı ve paylaşım içinde olmayı kabul edecektir.
TEŞEKKÜR: Söyleşinin gerçekleşmesi ve tercümesindeki yardımlarından dolayı Elma Kutlu ve Ayça Kutlu hanımlara çok teşekkür ederim.
Amor Maşoviç kimdir?
1955 yılında Saraybosna’da doğdu. Saraybosna Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. 1992-1996 yılları arasında Bosna-Hersek Cumhuriyeti Hükümeti Savaş Esirlerinin Değişimi Komisyonu’nda, Üye, Başkan Yardımcısı ve Başkan olarak görev yaptı. 1996-2006 yılları arasında Bosna-Hersek Cumhuriyeti Kayıp Kişiler Komisyonu Başkanlığı’nı yürüttü. 1997-2007 yılları arasında Bosna-Hersek Federasyon Meclisi Kayıp Şahıslar Komisyonu Başkanlığı yaptı. 1998-2000 yılları arasında Bosna-Hersek Federasyonu Temsilciliği yaptı. 1999-2000 yılları arasında Bosna-Hersek Federasyon Meclisi İnsan Hakları ve Temel Özgürlükler Komisyonu Üyesi olarak görev yaptı. 2007 yılından beri Hukuk ve Yasama Komisyonu Başkanlığı ve Srebrenica-Potocari Memorial Merkezi, 1995 Soykırım Kurbanları İçin Anıt ve Mezarlık Vakfı Yönetim Kurulu Başkan Vekilliği vazifesi yapıyor. 2008 yılından beri Bosna-Hersek Kayıp Kişiler Enstitüsü Yönetim Kurulu Başkanlığını yürütüyor. 2010 yılından beri Saraybosna Kanton Meclisi Üyeliği yapıyor.
Dünyaya Yeni Söz Gazetesi
Yorumlar