Duyuru

Ervin Hatibi - Dünya Bülteni Röportajı

Röportajlar - Röportajlar

  /   1900   /   01 Ocak 2014, Çarşamba

 Yazdır

  

Röportaj: Vahide Ulusoy

Arnavut bir şair, sanatkar ve entellektüel olan Ervin Hatibi ile modern talepler karşısında Arnavut kimliğinin inşa sürecini konuştuk.

Dünya Bülteni: Arnavut kimliğinin temeli nedir?

Ervin Hatibi: Arnavut kimliğinin temelinin her şeyden önce Arnavutça olduğunu düşünüyorum. Dil, ortak tarih dışında bütün arnavutları birleştiren tek şeydir. Aslında hizipçi projeler ve planlar bağlamında "resmi" arnavut kimliği ile ilgili olarak birbiriyle çatışan pek çok anlayış var. Fakat ben hala en bilge Arnavutların, Arnavut kimliğinin kapsamının bağlamını genişletme arayışında olanlar olduğunu düşünüyorum. Bir devlet olarak Arnavutluk, farklılıkların birlik içinde olduğu örneklerden biridir.

Arnavut olarak görülen insanlar, farklı dini geleneklerle birlikte farklı etnik topluluklara ve azınlıklara bağlıdırlar. Hemen aklıma gelenlerden Ulah ve Slav topluluklarını hatta kendilerini "gerçek" Arnavutlar olarak gören ve çok tipik ortalama Arnavut'un bütün özelliklerini gösteren Arnavutluk'taki resmi Yunan azınlığının bazı belirli kısımlarını örnek gösterebilirim.

Ayrıca, Arnavut kimliğinden bahsettiğimizde dini temelli tekelci bir proje gibi bir şey yoktur. Eğer böyle olsaydı bu durum, sadece dini temeldeki Arnavut ulusunun güzel bir parçasını sonsuza kadar silerdi. Ve özellikle de kültürler ve dinler arasındaki çatışma ve savaş söylemi tamamen saldırgan bir zirveye ulaştığı dönemlerde bu etki çok derin olurdu.

Bu zenginlikten dolayıdır ki, Arnavut ulusal örneği, farklı dini arkaplana sahip insanların bir arada yaşamasının, ortak bölüşüm ve ortak dil, mekan kullanımının ve aynı zamanda genel olarak aynı kültür ve tarihi referansların paylaşılmasının mükemmel bir örneğidir.

DB: Arnavut kimliği ile İslam kültürü arasında nasıl bir ilişki vardır?

EH: Arnavut kimliği ile İslam kültürü arasındaki ilişkinin çok önemli ve özel bir tabiata sahip bir ilişki olduğunu düşünüyorum. Aslında Arnavutça'da "ulus" kavramının karşılığı olan "komb" kelimesi, Arnavutluk'a Osmanlıca ile gelmiş olan Arapça "kawm" kelimesinden gelmektedir. Yani Arnavut milliyetçiliğinin kurucu babaları, Arnavut ulusunu tanımlamak için hassas bir şekilde bu arapça kelimeyi seçtiler. Ben, İslam kültürü ve Arnavut kimliği arasındaki ilişki meselesinin bu sembolik örnekte çok iyi temsil edildiğini düşünüyorum.

Bu günlerde saf Arnavut kimliği olarak düşündüğümüz şey, Roma İmparatorluğu döneminden başlayarak Osmanlı İmparatorluğu'nun son günlerine kadar var olmuş etkilerin güzel karışımından başka bir şey değildir. Kültür ve kimliğimizdeki en güçlü etkilerin Osmanlı zamanından geldiği gerçeği ise, kültürümüzün en parlak bazı şahsiyetleri tarafından da altı çizilmiş ve yaygın olarak bilinen bir gerçektir.

En güçlü etkiler; folklürümüzde, günlük yaşamımızın sosyal ritüellerinde, kutsalla ilgili algılamalarımızda, şehircilik ve şehirlerimizin mimarisinde aynı zamanda dilimizde ve terminolojimizde görülüyor. Başka bir deyişle bu etkiler, ortak hafızamızın özünü şekillendirdiler ve kültürel Arnavut kimliğinin oluşturulmasına yardım ettiler. Bu kimlik, Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasından sonra ortaya çıkmış Osmanlı sonrası pek çok kimlikten biridir. Nüfusun büyük bir çoğunluğunun Müslüman olduğu Arnavutluk topraklarında Osmanlı sonrası bu kimlik, Balkanlardaki diğer Osmanlı sonrası bölgelerden daha fazla İslamileşmiş özellik taşımaktadır.

Müslüman toplulukların kültüründeki herşeyin dini anlamda İslami olmasının zorunluluk olmadığını veya sadece Müslümanlar tarafından üretilmediğini gösteren Oryantalist geleneğin kullandığı "İslamileşme" terimini tercih edeceğim. Müslümanların ürettiği herşey, ciddi olarak dini bir açıdan bakıldığında İslami olarak görülemez.

Arnavutluk örneğinde yukarıda sözünü ettiğimiz etkiler, Osmanlı ve İslam geleneğinden alınan kutsal ve küfür anlayışlarını da içermektedirler. Eğitimli olsun veya olmasın, ister Hıristiyan olsun ister Müslüman, her Arnavut her gün birkaç defa özgürce "inşaallah" kelimesini kullanır. Bu kelimenin kullanımının devam etmesi dilin ötesine geçmektedir. Bu daha çok son altı yüz yıllık geleneğimizde iyi bir şekilde yerleşmiş kültürel kimliğimizin bir diğer güçlü sembolüdür.

DB: Osmanlı kültürel mirasıyla ilgili Arnavut elit ve halkının tavrı nasıl?

EH: Bizim ulus üstü, din üstü otorite ve entiteden yani Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrılışımız, Osmanlı geleneğinin temsil ettiği ulus üstücülük ve kozmopolitancılığın zıddı olan bir ulus inşa etme söylemini gerektiriyordu. Bir ulus oluşturmanın gereksinimleri için gerekli bir şey olmasına rağmen bu söylem, zamanla kontrolden çıktı ve bizim Osmanlı geçmişimizle ilgili büyük hatalara ve yanlış yorumlara öncülük etti.

Arnavut elitleri artan bir şekilde, komşu ülkelerimizdekine özellikle de Sırpların ve Yunanların hikayelerine benzer aşırı milliyetçi hikayeleri benimsediler ve böylelikle Osmanlı "boyunduğunda" geçen 500 yıllık "bulanık ve karanlık" bir gece ile ilgili yas korosunun ağıtlarına katıldılar. Bu hikayeye göre Arnavut ulusu, gerilemiş ve beş yüz yıldır ulusu "Avrupa ile ilişkiden" uzak tutan "medenileşmiş dünyanın" gelişmelerinden aniden koparılması dolayısıyla önemsizleşmiştir.

Maalesef bu söylem tarihi olarak doğruluktan çok uzaktır ve böyle olması dolayısıyla tarih ilmini, kendi Osmanlı geçmişimizle ilişkimizi inceleyebileceğimiz doğru bir yön bulmaktan alıkoyuyor. Hatta tehlikeli bir şekilde çelişkili olma pahasına bunu engelliyor. Bu şizofreninin en önemli örneği, Arnavutların Kosova savaşı ile ilgili Sırpları taklit eden tavrıdır. Aslında Osmanlının Kosova'daki zaferi aynı zamanda Sırpların, Arnavut toprakları ile ilgili emperyal vizyonlarının engellenmesine yönelik bir zaferdi ve bu yüzden bu zafer, bu toprakların kaderini Arnavutların elinde kalacak şekilde sonuçlandırdı. Bu, milliyetçi söylemdeki bir çelişkidir.

Osmanlı, Arnavut topraklarına girdiğinde Arnavutlar cennette yaşamıyorlardı. Balkan Yarımadası'ndaki Arnavutların hayatı çok zordu. Eğer tarih kitaplarına bakarsak, Sırpların Katolik Arnavutlara yönelik tavrının korkunç olduğunu görürüz. İnsanlar sadece Katolik kimliklerini açıkça gösterdikleri için sertçe cezalandırılıyor ve işkenceye uğruyorlardı. Aynısı diğer işgalci güçler için de söylenebilir.

Yani benim düşünceme göre aslında tam da sıkı bir milliyetçi pencereden bakıldığında Arnavutlar, Osmanlıların gelişinden dolayı kazançlı çıktılar. O günlerde Osmanlının temsil ettiği süpergücün yanında durarak Arnavutlar, Balkan Yarımadası'ndaki meselelerde önemli bir rol oynamaya başladılar ve zamanla bölgede güçlü bir konuma geldiler.

Basit tarih okul kitaplarından başlayan, yazarların ve akademisyenlerin çalışmalarına uzanan resmi hikayeler, Arnavutların erken dönemden başlayarak Osmanlı tarihleriyle ilgili anlayışlarını şekillendiriyor. Osmanlıların ulusumuza zülmettikleri şeklindeki mit, Osmanlı projesinin ne ulusal ne de kabilevi bir proje olduğu gerçeğine karşın devam ettiriliyor. Aksine Osmanlı yönetiminde pek çok Arnavut çok yüksek makamlara geldiler.

Fethin başından imparatorluğun son gününe kadar kesintisiz bir Osmanlı Arnavut eliti vardı. İmparatorluktaki düşük ve orta düzey yetkililerin hesabını kimse yapamayacak olmasına rağmen konuyla ilgili olan herhangi bir kimse kesin bir şekilde sadrazamların sayısının 35 civarında olduğunu, sayılamayacak kadar vezirin, beylerbeyinin, şeyhulislamın, birkaç sultan eşinin ve valide sultanların bulunduğunu söyleyebilir.

Osmanlı yapılarındaki bu doğal entegrasyon, Arnavutların milliyetçi hikayeleri tarafından ulusa ihanet olarak görülüyor. Bu anlayış sadece geçmişin tarihi kişiliklerine yönelik değildir, bu gün bile bizim Osmanlı dönemimizle ilgili resmi söylemi sorgulayan ve bu söyleme meydan okuyanlara karşı güçlü bir şekilde sürdürülüyor. Arnavut gazetelerinde ve kamu söylemini taşıyan bütün araçlarda Osmanlı baskısının istenmeyen mirası olarak İslam'a giren hain Hıristiyanların çocukları olan Arnavut Müslümanları hakkında yoğun bir propaganda vardır.

Bugün, Arnavutluk, Türkiye'yi en iyi müttefiklerinden biri olarak görüyor. Bununla beraber bu güne kadar "Anadolulu", "Türk", "Paşa" vb. kelimeler kamu söyleminde aşağılama araçları olarak kullanılıyorlardı. "Politik Arnavut söyleminde düşmanın şiddetli İslamizasyonu" adlı bir makalemde politikacılarımızın, imajlarını karalamak ve değersizleştirmek için politik muhaliflerini "Doğulu" veya "Türk" olarak seçmede ısrar ettikleri gerçeğini vurgulamıştım. Aynı terminolojinin Sırp ulusalcı diskur tarafından Arnavut ve Bosnalı düşmanları ile ilgili olarak kullanıldığının altını çizmek önemlidir. Bu benzerliğin açıklamalarından biri, Yugoslavların cömertçe yardımlarıyla Arnavutluk'ta iktidarı ele geçiren aynı politik komünist elitin devam etmesinde bulunabilir.

Arnavut elitinin çoğunun bizim Osmanlı tarihimizi ve Türkiye ile bu günün ilişkilerini kötülemede ısrar ederken bütünüyle tersi bir tavırın bu güne kadar Türkiye'yi en dost devlet ve Türk insanını kardeş olarak gören ortalama Arnavutlarda bulunmasına dikkat çekmek oldukça ilginçtir. Bu kardeşlik ifadesinin en canlı ve samimi ifadesi, Türk milli futbol takımı son dünya şampiyonluklarında önemli bir zafer elde ettiğinde insanların gösterdikleri sevinç patlamasında görülebilir. İnsanlar, genellikle bir elinde Türk bayrağı ve diğer ellerinde Arnavutluk bayrağı taşıdıklarından dolayı açık bir şekilde ortak bir başarı olarak görülen bu Türk zaferi için duydukları sevinçlerini ifade etmek için Tirana sokaklarına çıktılar.

Halka mahsus olumlu imajın dışında bereket versinki yeni bir aydın nesli görünmeye başladı. Bu nesil, yeni metotların ve farklı kaynakların kullanımı üzerinden tarihimiz, kimliğimiz, kültürümüz, Osmanlı ve diğerleriyle ilgili yeni yaklaşımlar önermek için uğraş veriyor. Ben bunu bir normalleşme süreci olarak görmeye eğilimliyim. Tarihimize ve kültürümüze yaklaşımımızı normalleştirme önemlidir çünkü Arnavut kimliğindeki iç gerilimler Arnavut ulusu için sağlıklı değillerdir.

DB: İslam olmadan Arnavut kimliğinin yaşayabileceğini düşünüyor musunuz?

EH: İslam'ın Arnavut kimliğinin inşasında büyük oranda olumlu rol oynadığına inanılıyor. Bu düşünce kısmen, İslam'a girmemizin arkasındaki nedenin kendi etnik kimliğimizi Sırp ve Yunanlılardan ayırmak olduğunu iddia ederek bu tezi savunan bazı akademisyen ve tarihçiler tarafından körüklendi. Bu görüş, pek çok Arnavut'u, İslam'a girişimizin temel nedeninin ulusal kimliğimizi "korumak" olduğunu düşünmeye teşvik etti.

Ben etnik kimliğin korunmasının İslam'a girişin amacı değil bir sonucu olduğunu düşünüyorum. Birilerinin etnik kimliğini korumak için başka bir dine gireceğine inanmıyorum. Dahası hakkında konuştuğumuz dönemde etnik kimlik önemli değildi. Bununla birlikte teknik bir bakış açısıyla bakıldığında bu sadece bir neden olarak görülebilir. Aslında Osmanlı fethinin öncesinde Arnavut nüfusunun Slavlaştırılması ve Helenleştirilmesi rutin bir gelişmeydi özellikle de dağlık olmayan bölgelerde durum buydu. Bunun delili olarak, Osmanlı, 500 yıllık hakimiyeti boyunca çok az yer adı değiştirmiş ve yenilerini oluşturmuşken Arnavutluk topraklarında çok sayıda yer adının hala kullanımda olmasıdır.

Ben örneğin Arnavutluk'ta; şehirlerin, dağların, köylerin ve nehirlerin neden bu kadar Slavik adının olduğunu fakat pek fazla Osmanlı adının olmamasını gerçekten anlamıyorum. Ben bir tarihçi değilim fakat birileri, Osmanlılar gelmeden önce Arnavutluk'a hükmeden diğer Balkan güçlerinin hakimiyeti ile Osmanlı hakimiyetinin doğalarını karşılaştırmakla ilgilendiğinde bu görünüşün etkili olacağını düşünüyorum. Osmanlılar genel olarak Arnavutluk'ta buldukları şeyi koruyarak Arnavut öncesi kimliğin kristalleşmesini ve sonradan formüle edilmesini mümkün kıldılar.

DB: Arnavutluk Osmanlı İmparatorluğu'ndan bağımsız olduktan sonra neye dönüştü? Arnavutluk'un dünya ile ilişkileri, komünist rejimin yönetiminde yaklaşık 50 yıl kesintiye uğratıldı. Bu sürede Arnavutluk'un iç dinamikleri nelerdi?

EH: Osmanlı İmparatorluğu'ndan bağımsızlaşma, Arnavutluk toprakları için zor bir yaşam döneminin kapılarını açtı. Arnavut nüfusu, genellikle tanınmamış azınlıklar olarak birkaç Balkan devletinde ve etrafında kendisinden daha fazla toprak isteyen komşular tarafından çevrelenmiş nerdeyse "resmi bir azınlık" şeklinde düzenlenmiş kendi küçük devletinde yaşıyordu. Komşu ülkeler yayılmacı planlarını gerçekleştirmek için çoğunlukla Müslüman olan Arnavutluk ulusunu, uluslararası arenada minyatür bir Osmanlı olarak resmediyorlardı. Böylelikle onu bölmeye ve kendi rahatları için yutmaya devam edeceklerdi.

Bu yüzden 20. yy.lın başlarında Arnavutluk devletinin sınırları içinde kalan Arnavut nüfus, uluslararası arenaya sağlam bir şekilde çıkma konusunda çok büyük zorluklarla karşılaştı. Komşu devletlerin ideolojik ve askeri güçlerinin karşısında Arnavutluk devletinin zayıf varlığının bilincinde olan Arnavut elitler, Arnavut toplumunun özelliklerini "batılılaştırma" amacı güdüp Osmanlı ve İslam geleneklerini belirsizleştirmek ve bulanıklaştırmak için bir dizi radikal reforma girişerek devletlerinin varlığını meşrulaştırmak için çabaladılar. Bu nedenle Arnavutluk için böylesi düşmanca bir ortamda varlığını sürdürmenin tek yolu, geçmişi olan Osmanlı geleneğine bağlılıktan bütünüyle uzak olduğuna ve şu an Avrupa'nın akış yönünün bir parçası ve bölümü olduğuna Büyük Güçleri ikna etmekti. O günlerde çok kültürlü bir aradalığın moda olmadığını ve insan haklarının bu gün ifade ettikleri anlamda zaruri olmadığını unutmamalıyız.

O zamanlar sorun nasıl daha az Müslüman olunacağıydı. Bu, Arnavut kültürünün görünür Osmanlı veya İslami özelliklerini belirsizleştiren kitman (takiyye) veya Müslüman kimliğini saklama politikalarının temayüz etme şeklidir. Bunu yapmak için izlenen örnek, 20. yy.lın ikinci yarısındaki elitler tarafından sunulan örneklikti. Komünist diktatörlüğün yerleşmesiyle Arnavutluk batılılaşma reformlarında histerik bir yol tuttu. Komünistler, ilk batılılaşma reformlarını yürüten Arnavut elitlerini "Anadolulu" ve "ataerkil" bulup eski geleneklerin bütün işaretlerini yok ederek Arnavut toplumunun radikal dönüşümüne devam ettiler.

Osmanlıya ait geçmişin bütün açık işaretleri, şehir binalarının güzel mimarisinden, saraylar ve pazarlardan başlayarak ortadan kalkmaya başladı. Onların yıkımının anlamı, sosyalist devrim tarafından anlaşıldığı şekliyle Arnavutluk'un modernleşme hattını çok ciddiye aldığını göstermekti. Doğulu geçmişinin tek tek bütün farklı işaretleri, günlük propogandaların hedeflerine dönüştüler ve komünist diktatörlüğün baskıcı kanunlarına tabi oldular. Önce geleneğe sonradan da İslam veya Hıristiyanlık farketmeden dine karşı ilan edilmiş bu savaş, bir Arnavut markasına dönüştü.

DB: Arnavutluk'ta laiklik ile din arasındaki denge nasıl işliyor?

EH: Laiklik kıtamızın iklimidir. Bu anlamda biz kıtanın geri kalanından hiç farklı değiliz. Arnavutluk, laikliğin dini unsurları olumlu bulan ve baskı altına almayan esnek Anglo-Saxon tarzını değil fransız versiyonunu izliyor. Fakat Arnavut laiklik modeli ile onun orjinali olan Fransız versiyonu arasında farklılıklar vardır. Arnavutluk'taki laik kafa yapısı sadece İslam'ı şekillendiriyor görünüyor. İster Ortodoksluk olsun isterse de Katoliklik olsun Hıristiyanlık, modern olarak ve laikliğin üstesinden gelen modaya uygun Avrupalı marka olarak görülüyor. Bu, çok normal bir şey olarak sunulmasına rağmen laiklik ile ilgili Arnavut elitinin tavrındaki açık bir çelişkidir. Açıkça Pazar ayinlerine katılan, Hıristiyan ritüellerini takip eden, kiliselerde evlenen ve kendileri için düzenlenen dini törenlere katılan Arnavut politikacı örnekleri olağan Arnavut hayatının parçasıdırlar. Bunun tersine bir Arnavut politikacının namaz için camiye gitmesi veya açıkça İslam dinine en ufak bağlılık gösterisi görülmemiş ve duyulmamış bir şeydir.

Dahası, adında İslam olan politik bir parti düşüncesi felaket etkisinde bir depreme benzer etki yaratırken birileri Arnavut parlamentosunda adında Hıristiyan kelimesi taşıyan politik partileri bulabilir. Benim laik ülkemde aynı zamanda resmi okul kitapları açıkça Hıristiyan köktenci yorumları içermekte ve farklı inançlardan çocuklara gerçekler olarak sunulmaktadır.

Bizi bu noktaya getiren nedenler çok ve birbirinden farklılardır fakat ben onların arasında en önemlisinin; "Hıristiyan" ve "Avrupalı" arasındaki her türlü farkı silmeyi başaran serbest bırakılmış söylemde bulunabileceğine inanıyorum. Bu yüzden Arnavutluk'u Avrupa kurumlarına entegre etme adına fundemantalist çevreler, Hıristiyan ajandayı Avrupa'ya ulaşmanın tek yolu olarak öneriyorlar.

DB: İslam'ın imaj ve rolüyle ilgili yanlış anlamalara Arnavut Müslüman entellektüeller nasıl cevap veryorlar?

EH: 20. yy.lın başlarında devlet inşası sırasında İslam'ın saklanmasının nedenlerini açıklamaya çalıştım. Saklama mücadelesi tehlikede bulunan şeyin ağırlığından dolayı sancılı bir hale geldi. Bu şey; Arnavutluk devletiydi. Arnavut elitlerin Avrupa tarzına sarılmaları ve Avrupai yaşam tarzını benimsemeleri Arnavutluk'ta İslam'ın yok ediliyor olduğu inancını ortaya çıkardı. Bu yüzden dönemin Arnavutları, sadece 1930'larda inşa edilen camilerden dolayı Avrupa farklı çevrelerinden gelen çılgın eleştirilerle yüzleşmek zorunda kaldılar. Fransız ve İtalyan basını yaygaracılıklarında çok şiddetlilerken iktidar çevrelerindeki dilin kalitesinin ne olduğunu birileri kolaylıkla tahmin edebilir.

Bu yaygaraya cevap olarak dini çevrelerinde aralarında olduğu korkan Arnavut elitleri, camileri kapatarak cami sayısını sınırlamaya başladılar. Bürokratlar aleni namazlara ve İslami törenlere katılmayı durdurdular. Onlar, de-İslamizasyonun ve de-Osmanlılaştımanın ciddi işaretlerini göstermek zorunda olduklarını düşündüler. Ben, onların bu faaliyetleri yapmadaki amaçlarının Avrupalı meslektaşları tarafından kabul edilme ve onlarla iyi ilişkiler kurma olduğunu düşünüyorum.

Ardından gelen nesil, böylesi hayatta kalma stratejilerin ardındaki gerçek nedenleri gözmezden geldi. Onlardan sonra gelenler bunu daha ihmal ettiler. Hayatta kalma stratejileri, komünist rejimin kurulması ve onun 23 yıl süren meşum din yasağıyla nesli tükenen Arnavut Müslüman entellektüelin yabancılaşmasıyla sonuçlanacak şekilde Müslümanların kamusal alanını daraltmaya başladı.

Şu an, Müslüman entellektüel şekillenme dönemindedir. Genç nesil, Arnavut kimliğinin gerçekleri ve onun dini mirasıyla ilgili daha bilinçli bir hale geliyor. Saklama ve bastırma ile harcanan bir yüz yıldan sonra her şeyin normal akışına döneceğini umud ediyorum

DB: Sorularımıza cevap verdiğiniz için teşekkür ederiz.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ERVİN HATİBİ KİMDİR?

Ervin Hatibi, Arnavutluk'un Tirana şehrinde doğdu. Sanat hayatına çok küçük yaşlarda başlayan Hatibi, çocukluk yıllarında radyo tiyatrolarında çocuk karakterleri seslendirdi. İlk şiir kitabını 15 yaşında çıkardı, ilk resim sergisini ise 17 yaşında açtı. Sonraki yıllarda Hatibi ülkenin önemli bir avant-garde edebiyat dergisini çıkaranlardan biri oldu. Sosyal ve edebi konularda yazmaya devam eden Hatibi ülkede demokratik değişikliklerin yapılmasını isteyen gençlik hareketlerine katıldı.

Tirana Üniversitesi Arnavut Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun olan Hatibi Arap dilini ve kültürünü öğrenmek için Ürdün'e gitti.

Başarılı sergileri de bulunan şairin çıkardığı çok ses getiren "6" adlı şiir külliyatı (? Collection) Arnavut edebiyatının kilometre taşlarından biri oldu. Şairin aynı zamanda Arnavut ve İtalya şiiri antolojileri bulunmaktadır.

Hatibi halen pek çok gazete ve dergide edebi, sosyal, kültürel ve politik içerikli denemeleri yayınlamaktadır.

RÖPORTAJIN İNGİLİZCESİ İÇİN TIKLAYINIZ

Çeviren: Ali Karakuş

http://www.dunyabulteni.net/news_detail.php?id=48104

 

  

Yorumlar